31 Ağustos 2014 Pazar

Karadeniz Gezisi 1 - Çankırı ve Kastamonu

Tabi Nihan bildiriyor.
...
Bu yaz uzun bir aradan sonra yeni yerler görme fırsatı bulduk. Zor, oldukça zor bir senenin acısı, ki Allah kimseye böyle zor bir sene yaşatmasın, yeni yerleri görerek belki hafifler diye düşündük. Ya da maksadımız sadece biraz olsun kafamızın boşalmasını sağlamaktı. Bilemiyorum. Ani bir kararla bu kez babam da yanımızdayken düştük yollara. Hem de otobüsle falan değil dostum, arabayla! Öğrencilik sonrası parayı bulma durumu. (Para içinde yüzüyor değiliz.)
...
Uzun bir Karadeniz turuydu hedefimiz. Bu turda Çankırı'dan yola çıkıp Kastamonu'ya geldiğimizde direksiyonu sağa kırıp Artvin'e dek gidecektik. Gittik de. Ancak Süleymanitsa beyefendinin toplantısı çıkması sebebiyle erken dönüş yaptık. Yine de muhteşem bi' beş gün yaşadığımızı söyleyebilirim. En azından Süley. adına muhteşem bi' beş gün olduğuna eminim, o kadar yeşil iyi geldi diye düşünüyorum. Benim içinse minik bir memleket hatırlatması oldu.
Her neyse.
Gezi notlarımıza başlayalım.
...
Ankara'dan Karadeniz'e ulaşmak için çeşitli yollar var, biliyorsunuz. Biz bu yollardan; Akyurt üzerinden Çankırı'ya geçip oradan da Küre ve Ilgaz Dağlarını geçerek İnebolu'ya uzanan yolu seçtik. Karadeniz'i tam ortadan gezmeye başlamak güzel bir fikirdi bizim için.
Yolculuk sabah namazını müteakip (!) başladı demek isterdim ancak uykucu tavuklar sayesinde altı gibi düştük yollara. Dokuz gibi Çankırı'daydık. Çankırı'da önce anıları yad ettik. Kardeşimin okulunun önünden geçerken bütün yatılı okul çocuklarına bir selam sarkıttık. 
Çankırı'ya girmeden önce olan bir hadiseyi aktarmadan geçemem. Süleymanitsa bizi bir anda korkuttu. Çankırı'ya girdiğimiz anda burnu kanamaya başladı. Sıcağın aslında en sevdiği adam olan bu tosbaya sıcak çarpmış olması ne de tuhaf değil mi?! Neyseki arabada bir yer değişikliğinden sonra. kısa sürede kendine geldi.

Çankırı'ya geldiğinizde öncelikle yaren güveci, pırasa dolması ya da Çankırı pidesi yiyebilirsiniz. Biz seneler önce Beyzadeler Konağı isimli bir yerde sıradan bir yemek yemiştik. Yani yemek sıradan değil, sunum ve o güzelim yemeğin yapılışı sıradandı. Oysaki konak görülmeye değerdi. Yakup Kadri romanlarında İnebolu'dan gelenlerin eşyalarını soyan dümbelekleriyle anılan bu kentin içinden bir nehir geçiyor dersem ne dersiniz? İnsanların bakışlarından ve yine insanların bakışlarından sıkılmazsanız bir gezinti iyi olabilir ama bence fazla vakit kaybetmeyin burada.
Yola devam ettiğinizde görecekleriniz sanırım daha çok vakit isteyecek.
Mesela böyle güzel tarlalar ve eskiden Anadolu'nun bir denizden ibaret olduğunu gösteren çizgileriyle uzanmış dağlar ve tepeler gibi...
Çankırı'ya haksızlık yaptığımı düşünmeyin. Seneler önce akıl hastanesi olarak kullanılan Taş Mescit, Cendere Höyük, Neyzenler Konağı ve Tuz Mağarası hakkı yenmemesi ve görülmesi gereken yerler. Bizim gezmeye fırsatımız olmadı gezmek isteyenlere duyrulur.
(Taş Mescit ile ilgili bir hikaye: Seneler önce burada kalmakta olan akıl hastaları bir savalşta artık kaçmak zorunda kalan hastane çalışanları sebebiyle serbest kalıyorlar ve o yıllarda Çankırı içinden geçilmeye korkulan bir yer oluyor. Korkmayın, kardeşim mezun olunca artık orası daha güvenli.)
Tabi Çankırı sınırları içinde görülmeden geçilmemesi gereken bir yer daha varsa orası da Ilgaz Dağı Milli Parkı'dır. Yolların senelerden beri çok da değiştirilmemiş olduğunu görmek beni şaşırtmasa da adrenalin duygusunu tekrar yaşamış olmak iyi geldi. Süleymanitsa ile bol bol fotoğraf çekme imkanı bulduk. Bu yemyeşil dünyanın içindeyken insan dizi setlerinden, cadde gürültüsünden, öğretmenler odasından ya da en azından Ankara'dan çok uzakta hissediyor. Tanrının varlığını bir kez daha hissediyorsunuz. Sizin için orayı yaratmış ve sanki siz orada mutlu oldukça o da oluyor...


Ilgaz Dağı'nda bol bol oksijen depolayıp, sanki Karadeniz'de bir daha hiç bulamayacakmışız gibi, yola devam ettik. Kastamonu'da küçük bir tur attık. Babamın üniversite yıllarının geçtiği bu şehri sevmek biraz zor bizim için. Ancak önyargısız bakacak olursanız sevilmesi için birçok sebebi var.

Cehennem Deresi Kanyonu'nu bir belgeselde izlemiştim ve görmeyi çok istemiştim. Kısmet olmadı. Sadece o kanyonu görmek için gelmenizi tavsiye ederim. Muhteşem bir doğa harikası. Ben henüz fotoğrafını çekmeye nail olmadığımdan sizinle paylaşamıyorum. Nasrullah Kadı ve Yakup Ağa Külliyeleri, Şapka Müzesi başta olmak üzere birçok farklı konularla ilgili müzeler, Kastamonu Kalesi ve tabi birbirinden değerli ve zengin kültürlü ilçeleri ile aslında çok sevimli bir şehir. Tabi önyargılar olmadan. Bu küçük ve de şirin kente veda edip devam ettik yollara.
...
Küre dağları ve Küre şehrinin o hüzünlü işçi bakırı rengini gördük.  İnsan bu kente bakınca emekçilerin gözü karalığını ve çalışkanlığını görüyor. Biz o şehirde yaşayabilir miyiz diye düşündük. O kasvet bize fazla geldi. Gidip gördüğünüzde bize hak verirsiniz eminim.
Yeşilliklerin içinden yılan gibi kıvrıla kıvrıla sonunda İnebolu'ya vardık. İstiklal Madalyalı tek ilçe ünvanı bulunan ve bu ünvanın hakkını vererek tarihini çok tatlı bir şekilde koruyan şirin bir ilçe İnebolu. Şu evlerin güzelliğine bakar mısınız?

İnebolu'ya gelirken yukarıda gördüğünüz o hareket etmeyen teleferiklerin hikayesini size anlatayım. Küre'den İnebolu'ya maden taşıyan bu teleferik zamanla kullanılmamaya başlanıyor ve demonte işlemi yapılmıyor. Korumak için yolların üzerine ağ germekle işi bitirip güzelim teleferiği de maziye kaldırıyorlar. Biz çocukken onları görüp ne de mutlu olurduk! Şimdi de mutlu olma sırası Süleymanımla bana gelmişti, görevimizi yerine getirdik.
İnebolu'dan tam beş liraya bir magnet alabildik. Aslında niyetimiz etli ekmek keyfi yapmaktı ama olmadı. Neden olmadı? Park yeri yoktu! Koskoca İnebolu'da park yeri yoktu!
Burada küçük bir not: Bu kadar övdüm ama İnebolu çok pahalı be dostlar.

Resimdeki sevgiliden uzun olma çabasını görmeyip arkadaki manzaraya bakacak olursak... İnebolu Limanı olur kendileri. Karşısındaki duvarda ise "Lazistan" yazar. Ben ise Laz'ların kuracağı bir ülkeye "Lazanya" adını daha uygun görüyorum bir Laz olarak. Geçelim bu ayrıntıyı.
İnebolu'nun ardından evet şimdi direksiyonu sağa kırabiliriz!
İlk hedef Abana!
Abana benim için "aydın cumhuriyetçi" tembel amcaların yaşayıp ilçeye herhangi bir hizmet yapmadan çürümeye bırakarak dinlendikleri bir ilçedir. Süleymanım için de öyle oldu. Sahil Camii'nin durumu, meydanın hali, sahillerin... Her neyse. Biraz ilgi gösterilse Abana gibi bu sakin ve güzel tatil merkezi muhteşem bir yer haline gelebilir. Bizce öyle.
Etli Ekmek partisini buraya saklamıştık! İtiraf ediyorum! Tabi etli ekmek yemeden önce güzel bir sürpriz gördük. Deniz Yıldızı dizisindeki "Moda Cafe"nin gerçeğini bulduk. Bakın.

Etli ekmek Konya'da yediğiniz gibi bir şey değil dostlar. Burada yediğiniz pideye benzemiyor ve bence denemeye değer. Bir gurme olarak Süleymanım da bu lezzete on puan verdi. Herhangi bir lokantada bu lezzeti deneyebilirsiniz, 10 lira. Tabi sıcak mevsimlerde ne kadar doğru tercih bilemiyorum.
Meydandaki Çınaraltı Çay Bahçesi'nde oturup bir çay içmek de en doğru hareket. Esen rüzgar, uzaktaki deniz ve başınızdaki çınar yaprakları gezinizin başarılı devam ettiğini müjdeliyor.
Abana akşamları daha keyifli. İşte o zaman sessiz bir tatil yaptığınızı fark ediyor ve huzur doluyorsunuz. Merkezdeki küçük kulübelerde satılan hediyelik ve el yapımı eşyalar, çay bahçeleri... Sessizlik. Abana sessizlik demek.
Tabi bu arada, ben bunları yazarken saatler ikiyi gösteriyor neredeyse...
Rotada Çatalzeytin, Ayancık ve sonrasında da Sinop var. Sinop bir sonraki yazımızda. Sevgiler.
İyi gezmeler.