10 Ağustos 2013 Cumartesi

Konya

Süleymaniçka yazmıyor, sıradaki yazı onun için.
...
15 Temmuz 2012 günü ani bir şekilde Konya'ya gitmeye karar verdik. Bu minik çaplı gezide bize eşlik edecek iki pıtırcıktan biri benim "Paçi" dediğim Narkisyan, Nagihan; diğeri ise yazıda Narkisyan olarak geçecek olan Nagihan'ın ve benim arkadaşımız Ümmühan.
...
Yazıdaki kısaltmalar
Süley. : Süleymanovişinevski
Üm : Ümmühan
Narkisyan : Nagihan
Aklıma gelmeyen saçma kısaltmalar ise parantez içinde bildirilecektir.
...
15 Temmuz 2012 günü Kontur'dan aldığımız biletlerle beraber Hilda dostumuzdan çıkıp AŞTİ'ye gittik. AŞTİ bizim için her zaman ayrılık noktasıdır ancak ilk kez beraber güzel bir tatil için aynı otobüse bindik o gün. Süper bir duygu!
En öndeki yerlerimiz bir harikaydı. Cam kenarı olarak geçen ama öndeki camın her şeye yettiği bu güzel mekan benim için ideal, Süley. için ise koridor daha iyi. Neden? Bacak boyu benim boyuma eşit olduğundan sığma zorluğu yaşamamak için... KMYS (Koltuk mesafesi yetmezliği sendromu) var kendisinde, her neyse.
Hızlı trenle neden gitmedik? Hızlı tren kalacağımız eve çok uzak olduğundan, bir de eve ulaşmak için bir saat yol gitmemek için otobüsle gitmenin daha doğru olacağına karar verdik. İyi ki de öyle olmuş. Hızlı trenin geldiği saatte biz evdeydik.
Konya'da Selçuk Üniversitesi'nin bulunduğu alanda üniversite öğrencileri için geniş bir yaşam alanı var. Bosna denen bu semt hem şehir gürültüsünden uzak hem de çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturmasından dolayı daha "ferah". Konya halkının farklı görünümdeki insanları kabullenme katsayısının yüksek olduğunu söyleyemem.
Bunu şehir merkezine indiğinizde, dikkat edin indiğinizde, daha rahat fark edersiniz.
Bilmem ne kız yurdu köprüsünde indik. Köprü kervansaray gibi! Bizi Üm karşıladı. Sekizinci kattaki püfür püfür esen evin balkonuna götürdü bizi hemen. O Temmuz sıcağında bulunmaz bir nimet o rüzgar! Balkonda yemek hazırdı. Narkisyan ise Süley.'in şerefine bir ciğer sote yapmıştı. Parmaklarımızı yemedik. Dört kişilik huzurlu bir sofraydı, o huzura katkı sağlayan belki de o huzurun kendisi olan Mevlana'yı görmek ve ziyaret etmek yarına kalmıştı... Yine de ilk andan itibaren hep onu yaşadığımızı fark etmek, rüzgarı daha çok hissetmemizi sağladı.
Akşam rüzgar esen balkonda çay içmek candır, hatta candır.
...
16 Temmuz 2012 günü ise güzel bir kahvaltıdan sonra doğruca merkeze geçtik. Dolmuşla yarım saat sürüyor.
Dolmuştan inip geniş geniş caddelerde yürüdükten sonra vardık Mevlana Hazretleri'nin türbesine.

O kadar kalabalık, o kadar kalabalık ve o kadar kalabalık ki oradaki o duygu, huzur ve hüzün yok olmuş gitmiş. Eğer oraya gitmek isterseniz araştırın lütfen, en tenha olduğu vakit ne zamansa o zaman gidin. Kışın olabilir mi acaba? Kışın hava erken kararıyor, dört gibi... Ne güzel olur öyle. Hani ibadet dediğin o denli kalabalık (Safları sıklaştırma muıhabbetinden çok uzak bu dediğim.) olmuyor.

Beni oradan en çok etkileyen gözlerime bakan derviş oldu. Karşısına geçip dakikalarca gözlerine bakmaktan kendimi alamadım, gözler ki sohbet eden.

Kur'anlar, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sakal-ı şerifi, müze bölümünde gördüklerimiz...
Tek tek not almaya çalıştım ama belirli bir yerden sonra ipin ucu kaçıyor. Dediğim gibi, tenha bir vakitte bol bol hissederek gezilmeli.
Mevlana'nın türbesinin çıkışında bir şehitlik vardı ama mesai saatleri dışında olduğu için kapalıydı. Kapısından dua edip birkaç fotoğraf çekip ayrıldık. Kapısı, yolu ve yolundaki bayrakların görüntüsü oldukça görkemliydi. Yalnızca Türklere ait bayraklar yerine bütün dünya "ırklarının" bayraklarının olması belki daha hümanist olabilirdi ama orası Konya!

Sonra Şems'in türbesine gitmek istedik. Üm. her yeri bildiğinden yürüyerek gitmesi daha keyifli oldu ki her yer çok yakın zaten.
Yolda dönerek okunan o yazıyı okumaya gücüm yetmedi, herhangi bir bilgi de bulamadım. Tuhaf.

Şems-i Tebrizi'nin türbesi tam anlamıyla bir türbeydi. Hem namaz kılabilir, hem duanızı edebilir, hem dinlenebilir hem de istediğiniz diğer  ibadetleri yapabileceğiniz bir bina. Mevlana Türbesi'ndeki o kalabalıktan sonra oldukça huzurlu oluyor. Belki sadece oraya gitmek bile yeterli olabilirdi o gün için.
Oradan çıkıp dinlenmek ve serinlemek için yine yürüyerek Alaeddin Keykubat Camii'ne çıktık.
Çeşitli özellikleri olan ve içi tam bir ibadethane olan güzel bir camii idi. Eğer zamanınız ve abdestiniz (!) olursa bir selamlama namazı kılmak süper olabilir. Caminin altındaki kahvede de çayımız içip doğru yemek yemeye!

Konya'da ne yenir? Bıçakarası, Mevlana Pidesi, Etli Ekmek... Daha birçok Konya'ya özgü yemek var tabi ki ama en meşhur yerde "Abi ne yenir?" denince önünüze bu geliyor a dostlar ki dört kişi yerken yarıştık.
Döner kuleye çıkıp 42 kat yüksekten akşam akşam bozkırı izlemek de ayrı bir deneyim. Narkisyan'ın dediğine göre kulenin en üst katında manzaranın izlendiği yerde korumalar olduğu için fazla yüksekte olduğumuzu hissetmiyormuşuz. Evet, hiç de hissetmedim. Tavsiye ederim. Sabah nasıl olur diye düşününce büyük bir hayal kırıklığı oluyor ama akşam, uçakların yanınızdan geçtiğini görmek bir harika.

Konya'dan geriye kalan bir diğer anı ise antika değerindeki tramvaylar. Eğer ilerde Süley.'in davulcusu olduğu bir Rock grubunun solisti olursam o tramvaylarda klip çekerim, çekerdim, çekmek isterim.

18 Temmuz 2012 günü dönüş yolunda gözlüğü kirden görünmeyen bir kız ve yüzü sakaldan görünmeyen bir erkek bindi bir otobüse

...
Konya manevi değeri, atmosferi dolu dolu bir kent. Orada yaşarsam neler düşünürdüm bilmiyorum ancak ziyaret kışın ve olabildiğince kimse yokken olmalı.
İbadet etmek böyle mekanlarda ne güzel...
Nereleri görmelisiniz? Alaeddin Camii, Arkeoloji Müzesi, Çatalhöyük Antik Kenti, Meram Bağları, Mevlana Türbesi, Balatini Mağarası, Şems Türbesi, Karatay Medresesi, Ilgın Kaplıcaları, Tınaztepe Mağarası, 42 Katlı Kule.
Ne yemelisiniz? Zülbiye (Ki en çok bunu merak ettim ve yiyemeden geldim.), Etli Ekmek, Fırın Kebabı, Mevlana Pidesi, Tandır Böreği, Etli Pilav, Bulgurlu Bahar Salatası, Tandır Çorbası, Şam Tiridi, Libje Basta, Bulgurlu Sazan, Nohutlu Bulgur Pilavı gibi gibi.
Peki dönerken ne alınmalı? Biz magnet aldık yine, evimize. Ama Konya şekeri, hurma şekeri alınabilecek yiyecekler. Semazenlerin bibloları da eğer dini inançlarınız gereği evinizde insan figürü bulundurmama gibi bir kuralanız yoksa alınabilir.
...

İyi gezmeler şimdiden.

5 Şubat 2013 Salı

Amasya

Öhö öhö! Nihan yazıyor!
İlk yazımızı kim yazacak telaşını kendi kendime yaşarken daha fazla dayanamadım ve gizli gizli ilk yazımızı yazıyorum. Ne kötüyüm!
İlk yazımızda Amasya'ya gidişimizi anlatmak istedim. Çünkü Amasya, Amasya'dır. Kişiliğimdeki izleri derindir, içinde barındırdığı evlerle, sokaklarla, mezarlarla, ırmakla, okulla... Amasya'dır.
Geçen sene sadece yirmi dört saat için gitmiştik Amasya'ya. 1 Şubat'ı 2 Şubat'a bağlayan gece saat 00.00'da otobüsümüz kalktı AŞTİ'den. Otobüs sanırım sekiz kez arızalandığı için durdu. Normalden daha geç olmasına rağmen daha sabah olmadan vardık Amasya'ya. Kartpostallık bir görüntü vardı otogardan servisle meydana geçtiğimizde. Dağlardan yansıyan mavi ışık ve gökyüzünün gri hali... Huzur bu kentin diğer adı. Süleymanoviç'in Amasya ile ilk görüşmesinin böyle olması beni çok mutlu etti.


Hava aydınlanana dek ilk bulduğumuz ve açık olan simitçide oturduk. Sıcacık Amasya insanı hemen ayağımızın dibine tenekeden bozma sobasını koyuverdi. Tabi Süleymanişevski'ye değil, bana... "Kadınlar daha hassastır, daha narindir. Önce kızımız ısınsın." dedi değerli Amasyalı fahri hemşerim.

Hava aydınlanınca çıktık yola.
Amasya'da her yerde ayrı bir psikoloji, ayrı bir zamanda olursunuz. Irmak kenarında Osmanlı döneminde, İçeri Şehir'de Selçuklu döneminde, ana caddede günümüzde...
Bizim Amasya ile ilk buluşmamız şöyle oldu:

Irmak kenarını boydan boya yürüdük. Hava eksi on dört olduğundan malum yerlerimiz dondu. Kar yaklaşık olarak şu seviyedeydi: (Sol 39, sağ 45)

Isınma amaçlı Bedesten'i gezelim dedik. Bedesten kapalıydı, tadilat nedeniyle. Necdet Çay Ocağı'na sığındık hemen. Şirin bir amca işletiyordu ocağı. Tavlamız,çayımız... Ankara'dan sonra çayın kırk kuruş olması bizi bir hayli keyiflendirdi. İç babam iç. Bi' üç saat kadar hem İrfan Değirmeci'yi izleyerek sokağın nabzını tuttuk, hem tavla oynadık hem de ısındık. Huzurlu birkaç fotoğraf da yakalamış olduk.

İyice hava ışıyıp biraz da öğlene yaklaşınca başladık planları gerçekleştirmeye.
Yol boyunca yürürken içinden geçemediğimiz Bayezid Camii'ne gittik.


Camii'nin ön tarafındaki vav'ların anlamlarını anlattım çocuklarımın babasına. Bu harflerden birinin aşağı doğru kaydığı söyleniyor. Bu vav, pencereye temas ettiğinde kıyamet kopacak diyorlar. Açıkçası bir araştırma yapmadım. Böylesi daha masum bir "efsane" gibi geliyor, interneti karıştırmayalım. Bayezid Camii içinde Amasya Kütüphanesi de var. Bizim gezdiğimiz saatlerde kapalıydı. Açık olduğunda harika bilgi kaynağı oluyor. Hem de Camii'nin mimarisindeki o huzur görülmeye değer.
Amasya'ya gelince Kral Kaya Mezarlarını görmeden gitmek olmaz. Kişi başı üçer lira verip kış nedeniyle kapalı olan mezarların on metre uzağına yirmi adım atıp döndük. Yine de Amasya'yı tepeden izlemek, Yeşiırmak'a bir de oradan dokunmak çok güzeldi.


Kral Kaya Mezarları'na İçeri Şehir'den gidiliyor. Öğretmen Evi'nden bir dalıyorsunuz bu taş yola, yol sizi Kral Kaya Mezarlarına götürüyor. Girişte belediyenin kurduğu hanımların el işi ürünlerini sattığı hoş tezgahlar da oluyor sıcak mevsimlerde. Biz tabi göremedik. Kışın kim bir şehri gezmeye gider ki?! Tabi biz!
Süleymanoviçki bir de harika fotoğraf çekti, inince. Paylaşmadan olmaz.


Kısa bir not: Eğer Amasya'yı daha yukarıdan izlemek isterseniz bir taksiye atlayıp Seyir Kafe'ye gitmenizi tavsiye ederim. Semaverde çayınızı içip bir yandan da o harika manzarayı izlersiniz ve dersiniz ki "İyi ki gelmişiz."
Kral Kaya Mezaları sonrasında Amasya Anadolu Öğretmen Lisesi'ni gördük. Yıkılan okulumun yerine kiliseden bozma bir okul yapılmıştı. Yitirmişlik berbat bir duygu. Yine de pansiyondan okula yürüdüğümüz o güzel yolun manzarası olduğu gibi duruyordu, yol gitmişti. Bu yola dair birçok yazı yazdım sonra. Yol geri gelmeyecek, manzaramız yaşasın.


O hayal kırıklığının ardından öğle yemeği için Akgüller'e gittik. Akgüller öğrencilik hayatımda yemekhanedeki yemeği beğenmediğimde uğradığım lezzetli bir dönerciydi. Hala duruyordu, dört sene sonra bıraktığın gibi bulmak çok hoştu. Eğer bir gün yolunuz düşerse Amasya yemekleri yiyebileceğiniz bir yer olmadığından tavsiye etmem. Birkaç gün kalacaksanız bir öğünü burada yapabilirsiniz tabi. Benim lise yıllarıma dokunmuş olursunuz. Amasya yemekleri için Emin Efendi ya da Amasya Mutfağı'nı tavsiye edebilirim. Şimdiden afiyetler olsun.
Dostlarla buluşma, kabir ziyaretleri, öğretmenlerle görüşmeler, otobüs yolculukları derken akşam oldu...
Amasya'ya gelişin asıl sebebi olan Süleymaniçki ile Amasya'daki kadim dostum, dert ortağım, değerli büyüğüm "Peyman Hocam"ı ziyarete geldi sıra. Bizi kocaman bir kalp ile karşıladı Peyman Hocam. Süleymanişevski'yi sevdi, bol bol sohbet ettik, Amasya'nın diğer yarısını da görmüş olduk. Peyman Hocam Amasya'nın değerli bir büyüğüdür. Müzik öğretmeni emeklisidir, candır. Benim için Amasya'nın diğer yarısıdır. Has Amasyalı'nın naifliği vardır. Dosttur. Nikah şahidimiz olacak, özel araç ile aldıracağız onu, nikah nerede olursa olsun ge-le-cek. İşte o kadar!
Peyman Hocam'ın kardeşi Mehmet Amca'nın çektiği titreyen bir kartpostal kaldı geriye:

Saat on ikideki otobüse ancak attık kendimizi. Sıradaki kartpostal da geceleri bizi yalnız bırakmayan Kenan Abimizin Amasya'da da bizi bulduğu bir an, Amasya Otogarı.


...
Karla kaplı bir yolda en önde gitmek...Yolculuğumuza tat katan edebiyat öğretmenimin yaptığı ıslak kek... Cem Yılmaz... Tabi otobüste Süleymanovişinevski'nin yaşadığı uzun boy sıkıntısı ve benim birbuçuk metre boyum ile küçücük koltuğa boylu boyunca uzanmam, müthiş uyku ya da uykusuzluk... Ve tabi titrek bir kartpostal kalır geriye o güzel Amasya otobüsünden...

Sabahın yedisinde masallar diyarından yeniden betonlar diyarına geldik. Ankara'yı sevmediğimden değil, Amasya'nın o rüyalar şehri havasından... İnsan kolay kolay ayrılamıyor. Oysaki sekiz sene önce liseye başladığım o ilk gün nasıl kurtulurum diye düşünüyordum. Şimdi orada yaşamak için bahaneler arıyorum.
...
Amasya'dan biz sadece bir kilo elma (Okulun yanındaki manav Murat Abi'den.) ve beş tane Amasya manzaralı buzdolabı süsü aldık. Evimize ve dostlara. Elma'yı liseden arkadaşım Nurten'e yolladım, Antep'e. Makbule geçti.
Siz ne alsanız makbule geçer? Amasya'dan semaver alırsanız herkes mutlu olur. Bakırcılar çarşısı Diyarbakır'da olduğu gibi meşhur olmasa da sizi tatmin edecek kadar zengindir. Tabi bir de elma! O olmadan asla. Biz bazen o elmaları oda parfümü olarak kullanırdık. Sadece bir elma koca odayı mis gibi kokutuyor, bunu da eklemeli.
Görülmesi gereken yerler: Kral Kaya Mezarları, Ferhat'ın deldiği dağ olarak bilinen ama normalde su kanalı olan mekan, Bayezid Camii, Amasya Müzesi, Çilehane, Bimarhane, Irmak Yolu, İçeri Şehir, Harşena Dağı (Özellikle gitmenize gerek yok, her yerden görüyorsunuz zaten.), Amasya Kalesi (Bir gün ayırmak gerekiyor. Ayrıntılı bir gezinizi yürüyerek olmak kaydıyla buraya ayırabilirsiniz.).
Yapmanız gerekenler: Seyir Kafe'de çay içmek, Şehir Kulübü'nde yemek yemek (Sadece manzarası güzel diye.), Belediye Çay Bahçesi'nin ırmağın üzerindeki balkonunda çay içmek (Sadece manzara güzel diye.), bir yaz bir de kış görmek, 12-22 Haziran tarihlerinin birinde orada bulunmak.
...
Unuttuğum bir şey varsa Süleymaniçkimi düzeltme yapar artık. Sevgiler.
Amasya! Gezildi!

1 Şubat 2013 Cuma

Gelişme ve Sonuçtan Önce Gelen

Psikoloji bilimini severim. Bu bilimin verilerinden biri: Sevdiğinizle gördüğünüz güzel "manzara"lar sevginizi pekiştirir. Mantık şu: Manzara güzel. Manzaraya karşı hissedilen duygular ortamdaki her şeye genellenir. Genellemede ortak nokta sevgili yarinizse onun olduğu her yer güzel manzara oluyor. Çok da karmaşık bir şey değil bence.
Biz de bu mantıkla düştük yollara.
Yoldaki türkülerimize, danslarımıza ve fotoğraflarımıza eşlik etmeniz temennisiyle...